29 Nisan 2016 Cuma

OSMANLI DEVLETİ'NDE 

YENİLEŞME VE DEMOKRATİKLEŞME HAREKETLERİ



Osmanlı Devleti, viyana bozgunundan, 1699 Karlofça anlaşmasına kadar olan süreçte bir çok mağlubiyet almış, dünyadaki ülkeler arasında otoritesini kaybetmiştir.Toprak kayıplarının nedeni ordunun savaş alanlarında yenilmesiydi. Bu tespit olgunun bir yüzünü askeri yönünü dışa vuruyordu. Oysa sadece askeri örgütler değil devletin çeşitli kurumları çağın ihtiyaçlarını karşılayamaz haldeydi.O nedenle Osmanlı Devletinde çağdaşlama hareketleri askeri alanda başladı.Amaç imparatorluğu eski gücüne kavuşturmaktı.
Her imparatorluk yükseliş dönemini yaşadığı gibi bu sürecin sonunda dağılma dönemi de yaşamıştır. Osmanlı'da bu dönemi yaşamış devlet hızla çöküşe giderken devlet adamları çözüm arayışını hızlandırmıştır.Yeniden devleti eski gücüne döndürme çabaları olduysa da başarı sağlanamamıştır.
OSMANLI DEVLETİ'NDE ISLAHATLARI ;

  • XVII. YÜZYIL ISLAHATLARI
  • XVIII YÜZYIL ISLAHATLARI
  • XIX. YÜZYIL ISLAHATLARI
olarak üç bölümde sıralayabiliriz.


XVII. Yüzyıl Islahat Hareketleri


Osmanlı Devleti'nde kurumsal yozlaşmalar XVII.y.y.da belirginleşmeye başlamış, bu duruma tepki olarak isyanlar ortaya çıkmıştır. Hükümdarların ülkenin kötüye gidişini sonlandırma arzusu bazı ıslahatların yapılmasına sebep olmuştur.

XVII. yüzyıl ıslahatlarının genel özellikleri şunlardır.

  • Ülkenin kötüye gitme gerekçeleri hakkında raporlar hazırlatılmıştır.
  • Sorunların sebebi araştırılmadığı için kalıcı çözümler üretilememiştir.
  • Kişilere bağlı kalmış, devlet politikası haline dönüştürülememiştir.
  • Askeri alanda yapılan düzenlemelere öncelik verilmiştir.
  • Bu dönem yapılan yeniliklerde Batı etkisi görülmez.


XVII. YÜZYIL ISLAHATÇILARI


I.AHMET


  • Osmanlı veraset sisteminde değişiklik yaparak Ekber ve Erşed yasasını getirmiştir.


KUYUCU MURAT PAŞA


  • I.Ahmet Döneminde sadrazamlık yapmıştır.
  • Celali isyanlarını şiddet yoluyla bastırmıştır.


GENÇ OSMAN


  • Saray dışından bir hatunla evlenerek saray kadınlarının egemenliğine son vermeye çalışmıştır.
  • Şeyhülislamın fetva verme dışındaki yetkilerini kısıtlamıştır.
  • İlk kez Yeniçeri Ocağını kaldırmaya çalışmıştır.


IV. MURAT


  • Merkezi otoriteyi güçlendirmek için gece sokağa çıkma yasağı getirmiş, içki ve tütün yasağı getirmiştir.
  • Saray kadınlarını yönetimden uzaklaştırmıştır.
  • Bu dönemde Katip Çelebi ve Koçi Bey tarafından duraklamanın sebeplerini anlatan çalışmalar yapmıştır.


TARHUNCU AHMET PAŞA


  • Osmanlı Devleti'nin gelir ve giderlerini hesaplayarak ilk kez denk bütçe hazırlamıştır.


KÖPRÜLÜLER DÖNEMİ


  • Köprülü Mehmet Paşa'dan itibaren saraya şartlar sunarak sadrazamlığı kabul etmişler.


XVIII.  YÜZYIL ISLAHATLARI


  • Batılılaşma hareketleri bu dönemde başlamıştır.
  • Askeri, teknik, idare, eğitim, kültür, sanat, mimari alanlarda Batılılaşma hareketleri görülmüştür.
  • Islahatlarda radikal değişiklik eğilimi baş göstermiştir.
  • Yenilik hareketlerinde Batılı uzman ve hocalardan faydalanılmıştır.
  • Islahatlar isyanlarla kesintiye uğramıştır.


LALE DEVRİ (1718-1730)


  • Pasarofça Antlaşması ile başlayıp Patrona Halil İsyanı’na kadar geçen süreye Osmanlı Devleti Tarihi’nde Lale Devri denmiştir.
  • Lale Devri'nde yapılan ıslahatlarda, ilk kez Avrupa örnek alınmıştır.


LALE DEVRİ ISLAHATLARI


  • İbrahim Müteferrika tarafından ilk kez matbaa kurulmuştur.
  • İlk kez itfaiye teşkilatı kurulmuştur.
  • İlk kez Avrupa’ya geçici elçiler gönderilmiştir.
  • Doğu klasikleri tercüme edilmiştir.


XVIII. YÜZYIL ISLAHATIÇILARI


I.MAHMUT 



  • İlk kez Avrupa'nın askeri üstünlüğü kabul edildi.
  • Fransa'dan gelen Kont Dö Bonnevale, müslüman olarak Ahmet Paşa (Humbaracı) adını almıştır.
  • Batı tarzı ilk askeri ve teknik okul Hendeshane açılmıştır.
  • Frasnsa'ya verilen kapitülasyonlar sürekli hale getirmiştir.


III.MUSTAFA



  • Devlet ilk kez iç borçlanmaya(esham senetleri) gitmiştir.
  • Mühendishane-i Bahr-i hümayun (deniz mühendishanesi) kuruldu.


I.ABDÜLHAMİT



  • Ulufe alım satımı yasaklanmıştır.
  • Cülus bahşişi kaldırılmıştır.
  • İstihkam okulu açılmıştır.


III.SELİM (NİZAM-I CEDİT DEVRİ)




  • Meşveret(danışma) Meclisi kurularak bu kurumdan lahiyalar(raporlar) istenmiştir.
  • Avrupa'da ilk daimi elçilikler açılmıştır.
  • Yerli malı teşvik edilmiştir.
  • Nizam-ı Cedit adlı ordu kurmuş, bu ordunun masrafları için İrad-ı cedit hazinesi oluşturmuştur.
  • Mühendishane-i Berri hümayun (kara mühendishanesi) kurulmuştur.
  • III.Selim dönemi,   Kabakçı Mustafa İsyanı ile sona ermiştir.


XIX. YÜZYIL ISLAHATLARI




  • Avrupalı devletlerin azınlık haklarını bahane ederek Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmasını engellemek, azınlık haklarını koruyacak yenilikler yaparak azınlıkların devletten kopmasını engellemek.
  • Rusya'nın, Boğazlar üzerinden Akdeniz'e inmesine engellemek için Avrupa'nın yardımını sağlamak.
  • Islahatlar yaparak Batı'ya yetişmek için bu dönemde ıslahatlar yapılmıştır.


XIX. YÜZYIL ISLAHATÇILARI



II.MAHMUT


  • Divan kaldırıldı yerine nazırlıklar kuruldu.
  • Ayanlık ve tımar kaldırıldı, memur maaşa bağlandı.
  • Müsadere kaldırıldı.
  • Kıyafet düzenlemesi yapıldı.
  • Yeniçeri ocağı kaldırıldı.(vakayı hayriye)
  • Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordusu kuruldu.
  • İlköğretim İstanbul'da zorunlu hale getirildi.

ABDÜLMECİD 


  • Osmanlı'nın ilk bankası Bank-ı Dersadet kuruldu.
  • Kırım Savaşında ilk dış borç alındı.
  • Erkek öğretmen okulu (Darül muallim) açıldı.
  • Posta nezareti kuruldu.

ABDÜLAZİZ


  • Avrupa'ya gezi düzenleyen ilk padişahtır.
  • Mecelle bu dönemde yazılmaya başlanmıştır.
  • Çiftçiye kredi için "memleket sandıkları" kurulmuştur.
  • Kız öğretmen okulu (Darül Muallimat), Darülfünun ve Mekteb-i Sultani açıldı.
  • Çırağan ve Beylerbeyi yapıldı.

ABDÜLHAMİD


  • Muharrem kararnamesiyle Duyun-u Umumiye kuruldu.
  • Osman Hamdi Bey tarafından Sanay-i nefise açıldı.
  • İstanbul arkeoloji müzesi açıldı.(Asar-ı Atika)
  • Şişli Etfal açıldı.



OSMANLI DEVLETİ'NDE DEMOKRATİKLEŞME HAREKETLERİ


Osmanlı Devleti demokratikleşme hareketlerinin basamakları:


  • Sened-i İtifak'ın imzalanması(1808)
  • Tanzimat Fermanın ilanı (1839)
  • Islahat Fermanı(1856)
  • I.Meşrutiyet'in ilanı(Kanun-i Esasi)(1876)
  • II. Meşrutiyet'in ilanı(1908)


SENED-İ İTTİFAK


  • Ayanlar ile II. Mahmut arasında imzalanan sözleşmedir.
  • Ayanlar vergilerin toplanmasına ve asker toplanmasına yardım edecektir.
  • Osmanli tarihinde ilk kez padişah yetkileri bir belgeyle sınırlandırıldı.Bu nedenle ilk demokratikleşme hareketi olarak kabul edilmiştir.
  • Avrupa'nın ya da Avrupa da çıkan ayrılıkçı fikir akımlarının etkisi yoktur.

TANZİMAT FERMANI(1839)

  • Müslüman-gayrımüslim eşitliği sağlamaya çalışılarak azınlıkların devletten kopması engellenmeye çalışılmıştır.
  • Mısır isyanında Avrupa'nın desteği sağlanmak istenmiştir.
Bu nedenlerle Sultan Abdülmecit'in onayı ile Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı'nda halka hitaben okundu.

BAZI MADDELERİ:


  • Müslüman - gayrimüslim herkes kanun önünde eşit olacak.
  •  Vergiler herkesten gelirine göre alınacak.
  • Mahkemeler herkese açık olacak, kimse yargılanmadan cezalandırılamayacak.
  • Herkes mal mülk edinilebilecek, müsadere kaldırılacak.
  • Herkesin can ve mal güvenliği sağlanacak.
  • Askerlik vatani görev sayılacak, gayrimüslimler de askerlik yapacak.
  • Padişah da kanunlara uyacak.
Tanzimat Fermanı ile toplumsal alanda eşitlik sağlamaya çalışılarak kanun üstünlüğü kabul edilmiştir.Kulluk sistemi kaldırılmış, padişahın yargı yetkisi kısıtlanmıştır.
Müsadere sisteminin kaldırılmasıyla özel mülkiyet önündeki engel kaldırılmıştır. 


ISLAHAT FERMANI(1856)

Tanzimat Fermanının devamı niteliğinde olan ferman, toplumsal alanda eşitliği sağlamaya yönelik olmasına rağmen gayrimüslimlere ayrıcalık da getirmiştir.

İLANIN NEDENLERİ:

  • Kırım Savaşı sonunda imzalanan Paris Anlaşması'nda Avrupalı devletlerin yardımını almak.
  • Azınlık isyanlarını önlemek ve azınlıkların devletten kopmasını engellemek.

İÇERİĞİ:

  • Yasalar gayrimüslimlerin kendi dillerine çevrilebilecek, mahkemelerde herkes kendi dinine göre yemin edebilecek.
  • Gayrimüslimler il genel meclislerine üye olabilecek.
  • Gayrimüslimler cizye ve haraç vergisi ödemeyecek.
  • Gayrimüslimler nakdi bedel karşılığı askere gitmeyebilecek.
Tanzimat ve Islahat Fermanı gayrimüslimlere ayrıcalıklı haklar tanısa da devletten kopmaları önlenememiştir.

I.MEŞRUTİYET (1876)

İLAN EDİLME NEDENLERİ:

  • Osmanlı Devleti'nin dağılmasını önlemek.
  • Jöntürklerin padişahı etkilemesi.
  • Tersane (İstanbul)konferansında Osmanlı Devleti aleyhine karar alınmasını engellemek.

MEŞRUTİYETİN İLANIYLA YAŞANAN GELİŞMELER

  • İlk kez anayasa ilan edilerek (Kanun-i esasi) anayasal döneme geçilmiştir.
  • İlk kez Mebusan Meclisi açılmış, böylece sınırlı da olsa halk devlet yönetimine katılmış.
  • Padişahın yetkileri anayasayla sınırlandırılmıştır.
  • İlk kez parlamentolu döneme geçilmiştir.
  • Padişah, Mebusan Meclisini kapatma yetkisine sahiptir.
  • Padişahın sansür ve sürgün hakkına sahiptir.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'nı (93 Harbi) bahane olarak gösteren II.Abdülhamit anayasayı yürürlükten kaldırmış ve Mebusan Meclisini kapatmıştır. Böylece yeniden monarşik döneme geri dönülmüştür.Bu döneme de İstibdat Dönemi denir.

II.MEŞRUTİYET

İLANIN NEDENLERİ:
  • Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmasına engel olmak
  • Osmanlı Devleti'nin parçalanmasının önüne geçmek
  • İngiltere ve Rusya'nın Reval konferansında Osmanlı Devleti'ni paylaşma kararı alması
  • İttihat ve Terakki'nin Osmanlı halkını, Osmanlıcılık fikri etrafında birleştirme isteği ilanı hızlandıran sebeplerdir.
II. MEŞRUTİYETİN İLANI İLE YAŞANAN GELİŞMELER:
  • Bulgaristan 1908 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir.
  • Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Bosna Hersek'i topraklarına katmıştır.
  • Yunanistan Girit'i ilhak etmiştir.
  • Osmanlı Devleti'nde ilk kez çok partili hayata bu döneme geçilmiştir. 



















WİNTER SLEEP-KIŞ UYKUSU


Türk sinemasının Cannes ödüllü filminin, baş rolünde Haluk Bilginer yer alırken kendisine Demet Akbağ, Melisa Sözen, Ayberk Pekcan, Serhat Kılıç, Tamer Levent, Nejat İşler ve Nadir Sarıbacak gibi oyuncular eşlik etmektedir.

Bu filmi sevmeme neden olan şey,oyuncu kadrosunun çok güçlü olması mı, konusunun gerçek ve dürüstçe seçilmiş olması mı, yoksa iyi seçilen konunun bir o kadar iyi işlenmesi mi yoksa hepsi birden mi bilmiyorum ama Nuri Bilge Ceylan'ın en sevdiğim filmi.

Kısaca filmi özetlemem gerekirse, Aydın emekli bir tiyatrocudur; oyunculuğu bıraktıktan sonra Kapadokya'ya babasından kalan butik oteli işletmek için temelli geri döner.Anadolu bozkırlarının ortasında kalan, kış uykusuna dalmış gibi görünen otelin içerisinde Aydın, bazen yerel bir gazeteye köşe yazısı yazar bazen de bir türlü başlayamadığı tiyatro tarihi kitabını yazmayı düşünerek geçirir zamanı.Tüm bu süreçte yanında iki kadın vardır. Kendisine her anlamda soğuk ve uzak davranan genç karısı Nihal ve boşandıktan sonra yanına taşınan kız kardeşi Necla.Kışın bastırması ve kar yağışının bastırması Aydın'ı uzaklara gitmeye teşvik eder. 
Filmde entelektüelin tembelliği, insanları tahlil etmelerindeki başarıyı öz eleştiriye gelince kendileri için yapamadıkları anlatılmaktadır. Aydın ve kız kardeşi Necla'nın diyaloglarından, diğer insanlar için yerinde ve başarılı tespit ve yargılar çıkardıklarını ancak kendileri için bunu yapamadıkları görülmektedir.
Film, 196 dakika olmasına rağmen insanda ne bir saniye eksik ne bir saniye fazla düşüncesi uyandırıyor. Her sahne çok ince düşünülmüş ve hiç sıkmadan izletiyor kendini.
Filmin çekildiği yer de muazzam, film de gözüken her sahne müthiş manzaralara sahip. Mevsimin sonbahardan kışa geçişi adeta konuyla bir bütünlük içerisinde.Özellikle karanlık veya loş ortamların kullanılması veya ateşin ışığından faydalanma çok iyi bir görüntü yönetmeni olduğunu söylüyor bize filmin.  
Kış uykusu, konu bakımından son derece dürüst ve açık yüreklikle seçilip bi o kadar güzel şekilde işlenmesiyle, görüntü bakımından şahaneliği, diyalogların akıcı, etkili işlemesi açısından çok başarılı olup bence sinema tarihimizin adeta yüz akıdır. Aldığı ödüller de gişe başarısı da filmin hakkını vermektedir.








İT'S A WONDERFUL LİFE- ŞAHANE HAYAT

İflas eşiğine gelen George Bailey bir noel gecesinde kendisini nehre atarak intihar etmek istemektedir.Doğduğundan beri aynı küçük kasabada yaşayan Bailey, kendisini buraya ve insanlarına adamış,hoşgörülü,yardımsever ve güvenilir bir insandır. Büyük bunalımı hasarsız atlatmış babasından aldığı finans ve konut şirketi aracılığıyla neredeyse herkesi konut sahibi yapmıştır. Bu arada para kazanma fırsatını, mimar olmayı, dünyayı gezme planını kısacası hayallerinin tamamını ertelemek zorunda kalmıştır. Kasabaya yaptığı bunca iyilik kötü yürekli banker Henry Potter'ın çıkarları ile çakışmaktadır. Potter, Bailey'in sürekli peşindedir ve açığını kovalamaktadır. Bir gün aradığı fırsat önüne çıkar Bailey'in yaşlı amcası Billy'nin dalgınlığı sonucu Potter'in eline geçer.Banka müfettişlerinin yaptığı bir denetlemeden sonra açığı ortaya çıkar. Bu açık iflas ve dolayısıyla tutuklanma anlamı taşımaktadır. Çareyi intiharda bulan kahramanımız kendini nehre atmak üzereyken gönderilen melek Clarence onu ölümden kurtarır. Melek Bailey'in bir arzusunu yerine getirerek dünyanın "onun hiç doğmamış ve yaşamamış" halinin nasıl olduğunu ona gösterir. Bailey kendisine gösterilen dünyanın hiç de güzel olmadığını görür ve insanların çevrelerine sayısız iyilik ve katkılarını olduğunu ve bunun her zaman farkına varamadıklarını anlar.

Film sadece senaryoda ki gibi oyuncuların hayatını değiştiren bir film değil kesinlikle izleyenlerin de hayatını önemli bir bakış açısı farkı yaratarak değiştiriyor.İnsanlar olarak durmadan hızla akı giden zamanda çoğu şeyi farkında olmadan düşünmeden pek de muhakeme etmeden önemsemeden yaşar aslında yaşamak da değil zaman geçiririz.Bu gibi filmler bize bakamadığımız açıdan bakmayı öğretir mesela filmi izleyince şu soruyu sorarsınız kendinize "ben çevrem için ne etkiye sahibim? Değerim ve önemim tam olarak ne?" Filmden aldığım notlardan en çok dikkatimi çeken repliklerden biri mesela şuydu: "Bir kişinin hayatı bir çok kişinin hayatını etkiler ve o olmazsa arkasında kocaman bir boşluk bırakır, değil mi" kesinlikle öyle bence de paradan kıymetli şeyler var hayatta aile, arkadaşlarımız ve sevdiklerimiz...
Filmde birden çok katman bulunmaktadır. Bailey'in hikayesinin anlatıldığı filmde arka planda büyük buhranın toplum üzerinde yıkıcı etkisini ve savaşı da işlemektedir.
1946 yılından çok daha ileriye uzaklara verilen mesaj günümüzde bile aynı etkiyi yaratabilmekte ve kurgusu zamanın çok çok ötesindedir. Başarılı bir hikayenin üzerine birde muazzam bir alternatif yaşam anlatımı filmde kendisini göstermektedir. Tabi bununla da kalmayıp sıcak aile yapısının üzerine bir de nefis bir son 30 dakika ile vurucu final yapan film değil yıllar yüzyıllar sonrasında bile kalitesini konuşturacak yapıda olduğunu kanıtlar.   
En tanınmış noel filmleri arasında gösterilen film, aynı zamanda tüm zamanların en iyi 20. filmi olarak da gösterilmektedir.




















                   LİFE İS BEAUTIFUL-HAYAT GÜZELDİR



İtalyan yönetmen Benigni'nin 1997'de yönettiği drama filmidir. Filmde II. Dünya Savaşı sırasında karısı ve oğlu ile birlikte Yahudi kamplarına götürülen Yahudi bir babanın ve peşinden giden bir İtalyan annenin, çocuğunu korumak için yaptığı sayısız özveriyi anlatıyor. Gösterime girdiği dönem büyük ses getiren film, En iyi yabancı film, En iyi erkek oyuncu ve En iyi müzik dallarında üç oscar ödülü almıştır.

İkinci Dünya Savaşının bir kaç yıl öncesi anlatılarak başlanan filmde başkahramanımız hayat dolu Guido'nun (R.Benigni) güzeller güzeli öğretmen Dora'ya (Nicolatte Braschi) aşık olması çok naif şekilde anlatılmaktadır. 


İkinci Dünya Savaşının siviller üzerinde yıkıcı etkisini en iyi anlatan filmdir. Bu film her çağ ve zamanda savaşın yıkıcı etkilerini göstermek ve hissettirmek için herkese izletilmelidir. Orta okullar da bu film izletilerek aslında o çağlarda savaşın ne demek olduğu ne anlama geldiği öğretilebilir.

Savaştan sonra savaşın yıkıcılığını gören tüm dünya savaş tekrar etmesin diye bir çok önlem ve yaptırım uygulamıştır. Ancak sinema bence savaşla yapılan en büyük çatışma alanı ve en etkili yöntem. Bugün bir çok evin içinde bu filmin afişi vardır. Bu filmi izleyen milyonlarca insan savaşın pis yüzünü oradaymışçasına çıplak gözle görüp hissetmektedir. İşte bu insanlar ancak savaştan çekinir savaşa tepki koyar ve barışı korur. O yüzden bu filmleri çocuklara izletmeli onları eğitmede bu filmlerden faydalanılmalıdır.













                             WON'T BACK DOWN



İki kararlı anne, bir tanesi öğretmen çocuklarının şehir okulunda çöken iç dünyalarını dönüştürmeye çalışmak için çaba harcamaktadırlar. Güçlü ve engelleyici bir bürokrasi ile başa çıkmak zorundadırlar, fakat eğitim sisteminde ve çocuklarının gelecekleri için gerekli değişimi yaratmak adına herşeylerini riske atmalarını anlatır.












28 Nisan 2016 Perşembe



            ENGLİSH VİNGLİSH- İNGİLİZCE MİNGİLİZCE



Şaşi(Sridevi) ingilizcesi zayıf olan bir ev hanımıdır. Eğitimli kocasının ve kızının her gün küçük düşürücü hakaretlerine ve hareketlerine boyun eğmektedir. Manhattan'da ki akrabalarının düğünü için Amerika'ya tek başında gitmek zorunda kalan Şaşi'nin orada dil bilmediği için yaşadıkları zorlukları anlatılır.

Filmin konusu son derece sade ve basit olmasına rağmen işleniş çok akıcıdır. Hindistan yapımlı filmlerdeki sıcaklık bu filmde de kendini gösteriyor. Güzel müzik ve danslar da bir diğer Hint film klasiği gibi bu filmde de var.

Filmde, bize kendisini çocuklarına ve eşine adamış fedakar annenin  yaşadıkları yüzünden kendi öz güvenini yitirdiği ancak Amerika da öğrendiği İngilizce ve edindiği arkadaşlarla kaybettiği güvenini kazanmasını da anlatılır. Bu da bize kendimizi kötü hissettiğimiz durumlarda ne yapacağımızın bir nokta da reçetesini sunuyor. Bizim tek engelimiz kendimiz eğer kendimizi zorlarsak başarılmayacak şey yoktur.

Maalesef film de dikkat çekilen bir üzücü gerçek var ki çok can sıkıcı. Hindistan da herkesin İngilizce konuşması ve Hintçe konuşanların adeta ayıplanması durumudur. Uzun yıllar sömürge kuran devletler sömürgelerine geleneklerini dayatmıştır yıllarca bu durumda bunun sonucu. Bu o kadar yerleşmiş ki Hintçe konuşanlar hor görülür hale gelmiş. Bu da filmin anlattığı güzel bir detay bence.



















27 Nisan 2016 Çarşamba



BEYOND THE BLACBOARD- KARATAHTANIN ÖTESİ


2011 yapımı dram türündeki bu film, çocukluğundan itibaren öğretmen olmayı  isteyen Stacey'in zorlu öğretmenlik hikayesini konu edinmektedir. 24 yaşındaki çiçeği burnunda öğretmen Stacey, her ne kadar bazı korkular ve önyargılarla ilk dersine girse de bir sığınma evinde, evsizlerden oluşan öğrencilerin hayatında büyük fark ve değişimler yaratacaktır.

Yaşanmış bir hikayeden uyarlanan film, aslında bize şartlar ne olursa olsun istersek başarabileceğimizi öğütleyen diğer büyük başarı öyküleri olan biyografi filmleri gibi. 
Bu filmi izleyince aklıma eskiden doldurduğum bir anket geldi. Orada bize öğretmenlik mesleğini seçmemize etki eden sebepler soruluyordu. Kuşkusuz çok para kazanma derdi olan insanlar öğretmenliği seçmezdi ve oradaki sorulardan birini aklıma getirdi bu film. Soruda sizi öğretmenlik mesleğini seçmenize bir öğretmeniniz mi yoksa aile veya medya etkisi gibi etkenler mi itti diyordu. Tabi benim cevabım belli, merakla diğer arkadaşlarımla  konuştuktan sonra fark ettim ki çoğunun fikri benimle aynıydı aslında. Biz bizi etkileyen öğretmenlerimizi rol model almış ve hep onlar gibi olmak istemiştik. İşte bu film de aslında bunun özeti niteliğinde. Öğretmen olmayı hayal eden biri çok zor şartlarda bile o şartları zorlayıp öğretmeye devam edebilmektedir.
Öğretmenlik hiç kuşku yok ki kutsal bir meslek ama severek de yapılması zorunlu bir meslek zaten özellikle maaş ve şartlar düşünüldüğünde tutku olmadan yapılması imkansız gibi. 

26 Nisan 2016 Salı






                                    OCTOBER SKY-EKİM DÜŞÜ


Coalwood adlı kasabada yaşayan Homer Hickham, adlı gencin ileride baba mesleği olan madencilikten başka şansı yok gibidir. Geleceğe dair hayalleri olmayan bir amacı olmayan Homer'in hayatı Rusya'nın 1957 yılında uzaya uydu fırlatmasıyla değişir. Sputnik adlı uydunun uzaya fırlatılmasıyla Homer roketlere ilgi duymaya başlar ve üç arkadaşıyla beraber denemelere başlar. Bir öğretmenleri ise onları teşvik edip ve inandırıp Ulusal Bilim Yarışmasına girmesine ve onları kazanacakları konusunda ikna etmeye çabalar.
Filmde ilk göze çarpan hiç kuşkusuz, kısıtlı imkanların ve hayallerin olduğu bir kasaba da bu kadar kısıtlı ve dar imkana rağmen büyük ve gerçekleşmesi zor bir hayale kapılmak ve buna sıkı sıkıya inançla bağlanmak. Bu inancı paylaşan dört arkadaş ve türlü imkansızlıklara rağmen büyük bir başarı öyküsüdür ekranda olan.
Baba oğul ilişkisi de arka plan da anlatılan bir hikayedir. Oğlunun hayatını ve geleceğini kendi kafasında çizmiş olan babanın, oğlunun hayallerine yanlış olarak bakması ve onu anlayamaması anlatılıyor. Aslında bu bugün bile hala baba-oğul ilişkilerinde yaşanan olaylardandır. Bu da filmi güzel kılan farklardan biri.









              MUSİC OF THE HEART- 50 CESUR KEMANCI

Roberta,(Merly Streep) eşinden yeni ayrılmış, iki çocuğuyla yaşayan zorluklara karşı dimdik duran bir kadındır. Çalışmak zorunda olan Roberta, Harlem'de ki okulda çocuklara keman eğitimi vermeye başlamıştır. Roberta çok idealisttir ve her çocuğun keman çalabileceğini herkese kanıtlamak ister. Film dram türünde bir film olmakla birlikte gerçek hayattan alınmış bir hikayedir.

Film başlarda biraz sıkıcı başlasa da, o sıkıcılık biter bitmez akıcı ve komik bir olay örgüsüyle devam etmektedir. Roberta, bir çok zorluğa rağmen en iyi yapabildiği şeye tutunur filmde keman eğitimciliğine. Kendisi bir öğretmen olmayan Roberta, iki oğluna da daha küçük yaşlardayken keman çalmayı öğretmiştir, aslında bize bir şeyler öğretebilmek için eğitim almadan da idealist ve sabırla bir şeyler öğretebileceğimizi de anlatmaktadır.
Filmin en sevdiğim anlarından biri, sınıftaki öğrencileriyle diyalogu, mizacının ve samimiyetinin bulduğu karşılıktır. Sınıf içerisinde sert ve disiplin meraklısı olan Roberta, aldığı şikayetten sonra değişmeye çalışınca, öğrencilerinin tepkisi kesinlikle görülmeye değerdi.
Bazen bizim için nelerin doğru olduğunu bilemeyebiliriz. Zaman akıp gider olaylar yaşanır ancak üzerinden çok zaman geçtikten sonra anlarız yaşadıklarımızın etkisini. Roberta'nın annesine teşekkür ettiği sahnede aslında bunu görürüz. Annesi ona bunları yaşayabilmesi için o zor dönemlerden geçmesi gerektiğini ve o zor dönemler olmasa bu gibi zorlu yola hiç girmeyip bu başarıları asla kazamayacağını anlatmaktadır.
Gerçek hayattan alıntılanan her filmde olduğu gibi bu filmde de büyük bir başarı öyküsü görmekteyiz ve bunun gerçek olduğunu bilmek filmi izlerken sizi bir hayli heyecanlandırır. Sanırım bizde bunun karşılığı azmin zaferi. 


                                     



                   MİRACLE WORKER- MUCİZE İŞÇİ


1962 yapımı bu film gerçek hayattan bir gerçek yaşam öyküsünü anlatmaktadır. 17 Haziran 1880 günü Alabama kırsalında küçük bir kasabada (Tuscumbia) Yüzbaşı Arthur Henley Keller ve Kate Keller, on dokuz aylık iken geçirdiği bir ateşli hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma yetilerini yitirdi. Helen Massachusetts'da körler okulunda, New York'ta sağırlar okulunda okuduktan sonra eğitimini Massachusett'da Anne Sullivan'la birlkte 1896'da gittiği Cambridge School for Young Ladies adlı okulda sürdürdü. 1900'de ise günümüzde Harvard Üniversitesi ile birleşmiş olan, kadınların devam ettiği Radcliffe College adlı yüksek öğrenim kurumuna devam etti. Eğitimi boyunca ve yaşamının geri kalanında yanında Anne Sullivan vardı. Bu okuldaki zorlu çalışma, Anne Sullivan'ın gözlerinin daha da bozulmasına yol açmıştı. Helen, 1904 yılında mezun olduğunda lisans derecesi alan ilk kör-sağır kimse ünvanını kazandı. Resmi eğitimi burada bitse de hayatı boyunca pek çok üniversiteden onursal doktora derecesi aldı. Üniversite eğitimi sırasında Helen, hayat hikayesini kaleme aldı. Hem normal, hem braille daktilosu ile yazdığı bu kitabı 1903'te yayımladı. Başlangıçta çok satılmasa da 'Hayatımın Öyküsü' adlı bu kitap sonradan bir klasik halini aldı. Kitap 50 dile çevrildi.


HELEN ADAMS KELLER 

(1880-1968) Bebeklik çağından itibaren kör-sağır ve dilsiz olması, onu pek çok meslektaşından ayıran önemli özelliğidir. Engellerine rağmen başardıkları, onu efsanevi bir kişilik haline getirmiştir. Beş lisan bilen bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan, yüzen, satranç oynayan Helen Keller, yazdığı makaleler ve bir dizi kitapla kendisini özürlülere yardımcı olmaya adamıştır. Başta Amerikan Görme Engelliler Vakfı olmak üzere çok sayıda organizasyonda görev almış ve görevleri nedeniyle dünyanın pek çok yerine seyahat etmiştir. Perkins Okulunun yüzü olan ABD'li pedagog ve aktivist.

Film, biyografi dalında olan filmlerin en iyilerinden biri. Birçok kişisel eğitim kitabından ve videolarından etkili bir film bence. Keller, engellerine rağmen engel tanımamış tüm kalıpları kırmış geçirmiş biri, bize hayatın her dönemi ve her alanında ışık tutabilir.

Film, konu ve içeriği kadar oyunculuklarıyla da dikkati çekmiştir. Filme dalıp gittiğiniz zaman zannedersiniz ki film gerçek aynen hayatı kameraya aktarmış. Oyunculuklar da bir o kadar doğal ve etkileyici ki bu sanrıya bile düşürür sizi.

Bir öğretmen adayı olarak filmde dikkatimi çeken önemli noktalardan biri de Anne Sullivan'ın, Keller konusunda vazgeçmeyen, ayak direyen ve sonuç alana kadar sabırla çabalaması. Bu, eğitimcilerin sabırla ve  bıkmadan usanmadan  karşısındakilere güvenerek bir şeyler kazandırabileceğinin bir noktada kanıtıdır.

Film bize iki taraftan bakıldığında da çok önemli mesajlar verir. İlki Keller'in engellere rağmen sınır tanımadan yaptıkları bize hedeflerimizi belirlememiz ve onlara ulaşmanın ne kadar zor da olsa imkansız olmadığını göstermesi iken, ikincisi de bir eğitimcinin sabır ve çabayla neleri öğrencilerine kazandırabileceğidir.














17 Mart 2016 Perşembe


                                İYİLİK YAP İYİLİK BUL



Filmde, problemli bir aile hayatı olan Trevor isimli öğrenci, yeni sosyal bilgiler öğretmenin verdiği ödevde kurduğu hayali bir dünya gerçek dünyayı da etkisi altına almaya başlamaktadır. Trevor'un idealindeki dünyada çevresinden iyilik gören biri, hiç tanımadığı üç kişiye iyilik yapacaktır ve bir şekilde karşılığını alacaktır. Böylece dünyanın daha güzel bir yer olacağını inanmaktadır. Bu esnada Trevor'un öğretmeni, annesi ve çevresindekilerin hayatı değişmeye başlar.
Bu filmde biz ön planda kendinden beklenmeyen derece de olgun ve yaratıcı düşünebilen bir öğrenciyi görüyoruz. Arka planda ise toplumun  iyilik olgusuna bakış açısını ve ihtiyacını görmekteyiz.
Filmde öğrencisi kadar öğretmen de dikkat çekici, sıradan olmayan tek düze olmayan bir girişle öğrencilerin ilgisini üzerinde toplaması ve onlara yaratıcı düşünmeyi sağlayacak bir ödev vermesi kuşkusuz öğrencilerin böyle projeler üretmesinde etkili olmuştur.
Trevor kendi çevresinden yardıma muhtaç olduğunu düşündüğü kişilere yardım etmeye çalışırken bu yardımlar için cesur ve kararlı olmanın gerektiğini bize gösteriyor. Kararlı bir şekilde defalarca denemesi ve  vazgeçmemesi bize iyilik yapabilmek için gerektiğinde çok çabalamamız gerektiğini gösteriyor.Biz genellikle olmadığını düşünüp pes ederiz hayatta her zorlukta. Filmin repliklerinden biri bize 'Her şeyin kötü olmasına alışkan insanlar durum kötü olsa bile bir şey yapmazlar çünkü değişim zordur. ' der. Evet bazen işler kötü gider ama değişmektense o durumu değiştirmektense alışmayı seçeriz.
Ama film kötü sonla bitiyor gibi gözükse de Trevor, yaptığı iyilikler başarıya ulaşmış ve projesi büyük mesafe katetmiştir.
Sanırım dünyanın iyilikle değişebileceğine inanmak için hepimizde temiz çocuk kalbi olması gerekiyor.
 












16 Mart 2016 Çarşamba

THE GREAT DEBATERS



THE GREAT DEBATERS


Bir biyografi ve gerçek yaşam öyküsü daha. Film Teksas'ta siyahi öğrencilerin gittiği Wiley College'da profesör olan Melvin B. Tolson'un gerçek yaşam hikayesini konu edinmektedir.
Profesör Tolson, eğitimde eşitsiz koşulları ancak siyahi öğrencileri, beyazların takdirini kazanacak bir seviyeye getirip bunu herkese kanıtlayarak olacağını bilmektedir. Bunun için iyi bir münazara grubu kurup öğrencilerin yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Başlarda ifade kabiliyetleri yetersiz olan öğrencilerin zamanla gelişimini ve kelimelerin gücünü keşfetmesiyle Harvard'ın öğrencilerine karşı galibiyet kazanmasıyla sonuçlanır.
Film'de profesör sadece öğrencileri ile uğraşmamaktadır. Filmin başından sonuna bir çok noktasında ırkçılığın çirkin yüzü kendisini göstermektedir. Ayrıca profesörün politik görüşü ve okul dışında da verdiği mücadeleler de tepki çekmektedir.
Irkçılıkla alakalı özellikle bir zencinin yakıldığı yere arabayla giren grubun hissedip yaşadıkları çok etkili bir sahneydi.
Film, günümüzde özgürlükler ülkesi , demokrasinin beşiği diye bilinen ABD'nin çok da geçmişte olmayan yüzünü gösteriyor bize. Bundan daha 40-50 yıl öncelerine kadar siyahi öğrencilerin üniversitelere bile alınmadığı bir ABD.
Filmde ayrıca linç kelimesinin nereden geldiğini de öğreniyoruz.



SOMETHING THE LORD MADE

                           SOMETHING THE LORD MADE


Film büyük buhran yıllarında cerrah Alfred Blalock ile zenci asistanı Vivien Thomas'ın mucizevi başarı hikayelerini anlatmaktadır. Film gerçek olaydan alıntı yapılarak sinemaya uyarlanmıştır. 
Film, bize bir sinemanın bir filmle ne kadar şey anlatabileceğini gösteren harika bir yapımdır. Akıcı haliyle sıkıcılıktan uzak olan filmde gereksiz ve uzayan bir bölüm olmaması kurgunun ve olay örgüsünün çok iyi olması nefes kesmeden izlemeyi sağlıyor.
Filmin birden çok katmanı bulunmaktadır. Filmin ana konusu bir cerrahla asistanı ve onların mucizevi başarısı olsa da alt metinlerde ırkçılık, büyük ekonomik buhran, savaş yılları ve yetenekli bir adamın azmi ve her şeye rağmen çabası gösterilmektedir.
Ön yargılara, büyük ve örgütlü bir ırkçı zihniyete karşı vazgeçmeyen asistanın parasını bankada kaybettiği sahne bize büyük buhran sırasında ekonomik sıkıntı çeken halkın durumunu gösterir. Büyük bir tıp mucizesi oluşmasında önemli bir etken olmasına rağmen zenci olmasıyla görünmez adam gibi algılanması ve hatta kutlamanın yapıldığı otele ancak garson kılığında girebilmesi bize ırkçılığın boyutlarını gösteren ufak örnekler sadece.
Tabi filmde bize iyi bir mesaj da veriliyor. O da sonuna kadar çabalayan asistana fahri doktora verilmesi tabi ki. Film izlediğim en iyi biyografi filmi.

THE EMPEROR'S CLUB

         

                        THE EMPEROR'S CLUB


Kısaca filmin özetlersek, karşımıza Eski Yunan ve Roma tarihi derslerine giren ve mesleğine tutkuyla bağlı idealist ve hayatını öğretmeye adamış bir profesör William Hundert çıkmaktadır. St. Benedict's Akademi de geleceğin önemli adamlarını yetiştiren, köklü ve gelenekleri olan bir okuldur. Sınıfa yeni öğrenim sezonunun başlamasıyla  ünlü bir politikacının oğlu Sedgewick Bell gelmiştir. Hundert kısa zamanda onun tembel ve umursamaz olduğunu fark eder. Onu anlamaya ve değiştirmeye çalışır ve böylece aralarında farklı bir öğrenci-öğretmen ilişkisi oluşur.

Filmin eleştirisine gelince, bir öğretmenin hayatının en önemli noktasına öğrencilerini koyduğunu her birinin hayatına dokunabilmeyi ve değiştirebilmenin değeri ve önemini anlatan harika bir film. Film bize ayrıca bir öğretim ekolünü de veriyor seçkin ailelerin çocuklarının gittiği yüksek zümre eğitiminin de görmek mümkün böylece büyük adamları nerelerde ne şekillerde hazırladıklarını görebiliyoruz.
Filmin iki önemli vurgusu vardı bence. İlki ne öğretirsek öğretelim öğrencilere erdemin ve ahlakın önemini öğretebilmeliyiz. Filmde buna dair hileyle Sezar olan örencisinin aradan yıllar geçse de aynı yola başvurması öğretmeni için üzücü olması. Diğer bir vurgu da bana göre öğretmenliğin mükemmel bir meslek olması hele de öğrencileriniz tarafından saygı duyuluyorsanız. Bu sevgi ve saygı  yıllar geçtikçe artıyor. Filmde bunu da öğrencilerin hocalarıyla ayrılmadan önce hazırladıkları kutlamada görüyoruz. 
Öğretmenlik mesleğinin ne kadar ağır bir yük olduğunu gösteren güzel bir film.

15 Mart 2016 Salı


DİE WELLE


Film, yaşanmış olaydan alıntı yapılmış gerçek bir hikayeye dayanmaktadır. 
Kısaca konusu, bir öğretmenin dersinde, günümüz Almanya'sında otokrasi yönetiminin Hitler ardından bir daha söz konusu dahi olmayacağını düşünen öğrencileriyle farklı bir ders işleyip, derse olan ilgilerini artırmak için onlara farklı bir tecrübe yaşatmayı amaçlar ve  onları sosyal bir gruba dönüştürmeye başlar. Bu hareketin adı DİE WELLE (DALGA) olur ve önü alınamaz bir şekilde büyür.
Filmin eleştirisine gelince öncelikle filmde dersini farklı yöntemle işleyip  dersi daha ilgi çekici daha verimli hale getiren öğretmen göze çarpıyor ki bir öğretmen adayı olarak bu önemli bir noktaydı benim için. Daha sonra bakıldığında ergenlik çağlarında olan öğrenci grubunun tek tipleştirici (bir tip gömlek, tek düşünce ve selam) ve popüler bir gruba ait olma çabası gözler önüne serilmektedir. Bir harekete bağlandıktan sonra o hareketin amaçlardan uzaklaşmasının veya amaca hizmet etmemesinden çok onu aşırı sahiplenme filmde dikkati çekmektedir. Hatta öyle ki bu harekete karşı atılan her adımı ne pahasına olursa olsun engelleme çabası gözlenmektedir.
Bu film bize Otokratik yönetimlerin toplumda nasıl karşılık bulduğunun güzel bir analizi gibidir aslında.